8.1.10

Mandallı İdealist

“Mühendis olmak istemiyorum” dedi. Ağladı. Gözlerinden bir damla bile akmadığını fark ettiğinde düşünmeye başladı. Kimse onu zorlamamıştı. Ağlamaya çabalamasının nedenini kaybetti. Oysa az önce oldukça nedenli ağlıyormuş gibi hissediyordu. Nedeni çaresizlik miydi, kendine duyduğu öfke mi bilemedi. Çaresizlik olsa, çaresiz değildi. Yok, kendine duyduğu öfkeyse nedenini unuttuğu ‘yaşsız’ operasyonun ‘nedeni’, onu ağlatacak seviyede self-öfkeyle hiç düşünmeden kendini bir yerden bırakıvermesi ilk işi olmalıydı ki değildi. Kan, damarlarından kılcallarının diplerine kadar yüksek basınçla giderek gözlerinin akına tecavüz ediyordu. O gece nabzı, soğukla bir olmuş, gözlerini bir threesome hikayesine kurban etmişti. Yine zorlama yoktu.

‘En başta yaptım hatayı’ ana fikrinden yola çıkarak, amaçlarını sorgulamaya başladı-yine. Dünyada mesleki eğilime yol açabilecek üç amaç vardı. Amaçlar ilkokul seviyesinde kalmalıydı. Yüksek lisans programları, amaç kapsamında olmamalıydı. Çünkü amaçlar çok basitti. Ya aşkı amaç kabul eder, birinin karısı ya da ‘birçoklarının’ karısı olurdun; ya parayı amaç kabul eder, ileride eğitime dair önüne gelecek her ayrıştırmada bir ton sayı neredeyse orayı seçerdin; ya da ne olursan ol ‘idealistim’ der debelenirdin. İdealizm… Ne ideal işti biz çocukken…

Yolda kalmış kar kalıntılarının dev bir teomanın az sonra doğup “Anne” diye üzerine yapışacak çocukları olduğunu hayal etti. Hayır! Ne zaman amacını kaybetse, aşka kayıyordu. ‘Birçoklarının karısı’ olmak istemezdi. Kar kalıntıları hakkında daha usturuplu şeyler tasarladı, çalışmayı hiç bırakmayan sapık kafasında. Buzlaşmış kar kalıntıları, tanrının verem balgamı olabilirdi mesela, ince bir renk farkıyla.

Az önce doğumun direğinden dönen çocuklardan birinin kafasını ezen ayağa takıldı gözleri. Yavaşça yukarı baktı. “Umarım bakmıyordur“ dedi. Zira aşırı kan pompalanmış gözlerin adama çevrilmiş olması, onu korkutabilirdi. Adam bakmıyordu. Bir pazarcı edasıyla sepetteki mallarını satma derdindeydi. Ayağının altında ezdiği beyazlıksa, pazar yerinde can çekişen pırasa parçalarına dönüşmüştü bir anda. Biraz gecikmeyle ses eklendi sahneye. “İki lira” diye bağırıyordu adam. Çarşının ortasında bir dükkanda çığırarak satış yapan adamın, ‘kesin ceza yeme tehlikesini’ göze almasının bir amacı olmalıydı. Amacı, sepetin kenarına bir mandalla tutturulmuştu: “AMAÇ:2 TL”.

Neden sonuç ilişkisi kuracak bir mantığa sahip olmadığı için, mütemadiyen gitti sepete doğru. “Hepsi mi iki lira?” dedi. Adam, çevresini sarmış sıkışıklığa para üstü ayarlamanın aceleciliğiyle “Hepsi hepsi” dedi sadece. İçlerinden bir kağıt seçti. Her alışında ‘yok canım çıkmaz’ diyip son gece hayallerini kurmaktan kendini alıkoyamadığı milli piyangolar geldi aklına. Piyangodan kendine bir amaç çekti hemen. Üstelik sadece iki lira!

Parasını verip, seçtiği kağıdı yukarıdaki -en az yerdeki kadar kalabalık- ipe astı bir mandalla. O kağıt uçana kadar bir amacı olacaktı. O kağıt uçana kadar her insan gibi koşuşturacaktı bir şeylerin peşinden. O kağıt uçana kadar ‘Neden’ demeyecekti.

Sonuçta idealizm… Ne ideal şeydi.

Çocukken…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder