21.3.10

?!

Pekala, artık her kapıdan girişimde "Welcome to the jungle!" diyen kitaplar ve bahar sendromuyla tanıştığımızı sanıyordum. Parasetamolle yakın dostluk kurmuş olabilirim ama benliğimin, sırf bunun için beni terketmesi gerekmezdi. Hadi ama, biraz daha kibarca olabilirdi en azından gidişi.

İnsanların kafalarında falan zıplayan maymunlar, yatırım yapacakları alan hakkında düşünmek zorunda değildir. Ve belki reçetelerde 'maymun olursun' demiyor olabilir ama yeni dostum Parasette, bana kendimi maymun gibi hissettiriyor. Ve diyor ki "Ah tatlım, bugün gerçekten maymun gibisin". Pekala, bu cümle çalıntı. Çünkü kadınların böyle cümleler kurduğu bir dünya,bana da çok çekici geliyor olabilir belki. Neden olmasın?

Durun bir saniye, 'Jungle' beni kusturuyor...

Limit 2

Onbir yaşındaydım ve hayatımda evde arkadaşlarıma düzenleyeceğim ilk doğum günümdü. İp oyunlarından, ip askılılara geçiş döneminde olduğumdan, özel günün konseptine henüz karar verememiştim. Ya herkesin maymun gibi zıplayıp, koltuk süngerlerinin tozunu attıracağı çocuk şarkılarıyla dolu bir kaset doldurtacaktım (bu deyim ne kadar yabancı geldi birden) ya da sweet sixteen tribine girmiş kızlar gibi -annemin kesinlikle desteklemediği- makyaj malzemeleri ve sütyenler konseptine kayacaktım.

Sonuç? Annemin pasta, börek ve patates salatasıyla, ‘anne günlerinde’ arka odaya atılmış çocuklar konseptini uygulamaya aldık. Tek bir gözde göreceğim sıkıntı, gelecek yaşamımdan üç yıl götürecek stres bindiriyordu üzerime. Onbir yaşındaydım ve ilk ‘konsept’ doğumgünümün hasılatı bana eksi yirmidört yıl olmuştu.

Yirmi yaşındaydım ve eksi yirmidört yılımla beraber, hayatımın ne zaman biteceğini düşündüğüm her dakika, üzerime eksi bir yıllık stres bindiriyordu. Geri sayımı, ilkokuldaki gibi aritmetik değil, geometrik yapıyordum kısacası ve anlaşılmazı. Hafta başı resetlediğim hafızam nedeniyle, özel günleri, artık doğum gümlerimde değil belki ama her hafta sonu planlıyordum. Profesyonel bir kokteyl sahibi edasıyla, her dakikayı önceden ayarlıyor, boş an bırakmıyordum.

Ancak o hafta, aradaki bir saatte, bir şeyler içmekle bir şeyler izlemek arasında kalmıştım. Acemi üniversiteli hallerinden, mezuniyet hüzünlerine geçiş aşamasında olduğumdan, haftasonu konseptine karar verememiştim.

Sonuç?

Sürekli değişken bir yaştaydım ve geri sayımım sürekli artan bir ivmeyle sıfıra yaklaşıyordu.

Sonuç?

İki bira alıp, kedilere fikir sormaya gidiyordum.

Limit 1

Yıllar sonra sıra yine yatağa sahne muamelesi yapmaya gelince, döngümün sonuna geldiğimi anladım. Tatlı ama bayatlamış anları, yeni ve tatsız anlara katıp karıştırdım ve karışımımın bayatlığı sonsuza yaklaştı. Artık birinin üzerime basmasına izin vermek zorundaydım, yaşlı olmasa da birine yerimi vermek, her şeyimi.

Faranjitimi, sadık bir hayvan gibi beslemeye karar verdim. Bolca asitli içecek, toz ve biraz limon. Ve kahve. Ve evet, o aylardır uykuda olan mide kapakçığımı da uyandırabilirdim, faranjitime asit sağlaması için. Ve söz veriyorum, bu sefer proton pompası inhibitörü yok.

Bu sefer parasetamol yok.

Bu sefer setirizin yok.

Bu sefer psödoefedrin de yok.

Ya da amilmetakrazol.

Ya da asetilsistein.

Hele ki ksilometazolin hidroklorür asla yok.

Ve sözlerimin de diğer birçok şey gibi, yumuşak ve grimsi beyin hücrelerimde bir dakikadan fazla kalmayacağını unutmamam gerekiyordu (?)

Ben, onlarca doz burun spreyini beynimin derinliklerine yollarken, hafızam tertemizdi. Sonra binlerce miligram parasetamolle biraz bulandı. Artık beyinciğimden gelen sağlıklı kalma içgüdüsüyle aldığım son antialerjikler, birkaç saat sonra -beyinciğim hala sağlamsa- mide kapakçıklarımı ardına kadar açacaktı.

Kalkıp bayat çorbama biraz daha nostalji karıştırdım. Ben tüm mükemmeliyetçiliğimi içine kusmadan, bayatlığını sonsuza ulaştırmalıydım. Ve koltuk ta onların olsundu. Ben boktan şeylere gebeyken, boktan hikayemin gazileri orada otursundu.

10.3.10

Madame Density's Last Words 'bout Love

Görüşürüz derken, üzerlerinde eğreti bir sırıtış olan ağzınızdan çıkan ses bile, kendinizi profesyonel bir yalancı gibi hissetmenize yetiyorsa; darboğaz günlerinde saç kestirip dondurma yemek, vıcık vıcık bir gilmore yapmacıklığı bırakıyorsa içinizde; aşık değilsinizdir!

Uykuya dalmanızı sağlayan insan her zaman aynı olmayabilir. Ve aşık olurken, kişileri de seçmezsiniz. Seçtiğiniz, oynayacağınız rollerdir. Bir esnafın ilgi yoksunu, bir mühendisin aldatılan, bir öğretmenin aldatan, bir müzisyenin gölgelenmiş, bir işibellideğilin eş değiştirme toplantılarına katılan, bir doktorun evde oturan karısı olabilirsiniz.

Laflar ağzınıza yapışıyorsa, söylemeyin bir daha!

Ve Madonna sesleniyor ben bunları yazarken:

"Happiness lies in your own hands..."

Ve evet bu aşk serisinin son yazısıdır.