19.12.10

Last Thirtyseven

Yatağın metal başlığı üzerinde bekleyen telefona gelen mesajın rahatsız edici titreşim sesiyle uyandım. O an, keşke benimde telefonun böyle tutkulu çalsa dedim, dakikalardır çalan telefonu düşününce.

Gece onbirde biten gece hayatına sahip, deneme sürümü çılgınlardık hepimiz ve ben, benim sürümümün sonunda yatağımda elimde diş fırçası uyuyakalmıştım. Uyku, zayıf noktamdı. Bölündüğünde, zarar gördüğünde, mahvoluyordum. Tabi bunu hala ranzanın metal başlığıyla ilişkisine devam eden tutkulu telefona anlatmak imkansızdan da öteydi. Bileğimden vurulmuştum ve savaşa mavaşa çağırmasınlardı beni artık.

Telefonun genel olarak tutkulu, ihtiraslı bir nesne olduğunu düşünmeye başlamıştım. Sekiz haneli saçma kombinasyonlar üzerinden çıkan tartışmalara araç olabiliyordu. Birinci derece aşıkların, içinden seçip, o kıskançlık muskası genlerini mutasyona uğratabiliyordu. Oyuncuydu, sahne adamıydı telefon. İlişkileri kuruyor, ilişkileri bozuyordu. Bizimle oynuyordu. Herkesle.

Ölümcül kavga günleri, şükredebilmek için, daha kötü ilişkiler arıyordum çevremde. Göreceli bir şanslılıkla bulmuştum neyse ki. Entrikacı telefon, gözümün önünde bir ilişkiyi lazımlık olarak kullanırken, benim ilişkime sevgi sözcükleri serpiştiriyordu. Buruk bir mutluluktu ve kısa dönemde tahsile geleceklerini biliyordum ama mutluluktu işte lanet olsun, buna muhtaçtım.

Ve içimdeki o ılık his, alkole olan bağışıklığımın kırılmasından değildi. Ne ilk, ne de son hissettiğim bir şeydi.

Peki ya o otuzyedi gün?! Korkuyordum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder