24.4.10

?!!!

Kronik kıskançlığım vardı ve günde iki tertip gidip kendimi bir trambolin faciasına dönüşene kadar, ahtapotlara dövdürmem gerekiyordu. Kaslarım, kendi çaplarında komplekslerini coştururken, kafamda özerk yönetim kuran dilim, bindiği dalı kesme cesareti gösterebiliyordu. Öptüğü dudakları kesebiliyordu, sürtünerek sırıtan dişlerim. Demir tadını alan dilim, kansızlığımı ilan ediyordu cansız bedenime. Bedenim kabullenir. Nefes borusuna kurulan budesonid toplumu gibi sessiz kalır onlara da.

Kanlı dudaklara bakarak gücün büyüsüne kapılıyor, güçsüz dişlerim. Kararıyorlar. Reklam panosu geleceğimi karartıyorlar. Gülüşleriyle parlayanları kıskanıyorum oysa.

Ahtapotlardan orantısız şiddet görme zamanı şimdi. Bazen gıdıklıyorlar.

?!!

Kelimelere kürtaj yaparsan, birdaha sana gelmezler. Anlama geçen tek kapıları,
senin geçen gece mide asidine bulanmış karaktersiz parmaklarındır ve sen kirli parmaklarını yok etmeye alıştırdıysan, bir harf bile bekleme... Kelimeler riski sevmez.

Kusarsam, kusursuz ceninler fırlar suratına. Evet, kirli parmaklar yaratıcıdır.

Mandallı İdealist 7

Geleceği, tırnaklarını göğüslerine geçirmiş, ona estetik operasyon uygularken, sınavlara çalışmak sanki pekte kolay olmuyordu. Sonuçta hafızasına aldığı her kelime, imge, formül, o tırnakları, parmaklarının ayrım yerlerine kadar göğüslerine sokuyordu. Buna pek 'gelecekten kaçmak' denemezdi ama çalışmak yerine uyumak istediğine karar verdi- biyolojik saatinin bu fikre karşı çıkışına kadar.

İsimlerinden kökeni, dini hatta mezhebini bile söyleyebileceği adamların soylarına soplarına sövesi geliyordu. "Üç dört harfi bir araya getiren de tarihe formül yazdırıyor" tipi lise-ergen atışmalarını atlatalı çok olmuştu ama "Lütfen, en azından biraz daha çabalayabilirdin" diyesi geliyordu müstakbel küçük mühendisin Dijkstra' ya.

Ve ek olarak, sevgilisi bugün evde değildi. Kendinden nefret etmesine sebep olan süresiz çalışması ve süreksiz yemek yeme alışkanlıklarının sebebi, onu -evet yine- terk etmişti. O gün, kendini çekici ve kızıl tırnaklı geleceğinin parmaklarına bırakmış, bir sonraki gün sevgilisinin tırtıklı tırnaklarını görmeyi bekliyordu.

İşler böyleydi kısaca. Aslında tam olarak bir öyle, bir böyleydi. Ve o, ileriki onaltı saat kırksekiz dakikayı yalnız geçirecekti. Sonra bir kısa mesaj -ah seni zeki, kimden gideceğini tabi ki biliyorsun oyun oynama- ve hop, birliktelik günleri... Evet, olan biten buydu. Aslında o gün için tam olarak 'biten' buydu.

Gecenin bir yarısı, hala konuları bitirememiş olmanın suçluluk duygusu onu deftere yapıştırmış, tüm boşaltım sistemini ciğerlerine doğru ittiriyordu. Mide bulantısının, diğer olağan sebeplerinden korkmasına gerek yoktu en azından, iyi taraf denebilirse.

Boşaltım isteğine beş dakika sonraya randevu verip, şuh geleceğinin kızıl tırnaklarını göğüslerinden çıkardı. Kendini zorla uzak tuttuğu telekomünikasyon gerecini geleceğinin kanlı ama hala çekici ellerine tutuşturup, "Belki de eş değiştirmeliyiz tatlım" dedi.

Sonuçta, bebek battaniyesiyle çıplak tenini örtmeye çalışan bir güreşçi gibiydi ve açık kalacak tarafının 'arkası' olması, artık pekte umurunda değildi.