26.2.10

Deneysel Aşk

Ekoselerinde labirentler bulup kayboldum. Peynir kokusuna kapılıp, fare gibi koşturdum. Komikti beni yukarıdan izlemen. Göz göze gelişimizde, korkunu duydum kirpiklerinin titreşiminde. Zekamı kaçırdım dikkatinden. Fikrine uyup, oyunu kurdum. Ben oynadım, sen durdun. İzleyip, işleyişini buldun beynimin. Şaşırtıcı yerlere tuzaklar kurdun. Bilerek düştüm, duvarlara kafamı aptal aptal vurdum kaç kere, bilincim yerinde. Sen de yaralarımı yüzdelere vurdun.

Ve kıkırdaklarını kemirirken açlıktan, peyniri hala bulamayışıma ağlardım. Haftalık leş kokunu bile içime çeker, labirentlerine dalardım.

Madame Density's Some Stories Unnamed Vol.3

Aşk, bazen ağda gibidir. Alıştıra alıştıra bitiremezsin işini. Tek ve sert bir hamleyle, ağır ama kısa acılar çekerek olur ancak. Bir kez yapıştırdı mı, uzun süre bekletirsen, çıkmaz. Çıkarmak, onu yerinden koparmak için kimyasallar kullanmak zorunda kalırsın.

Ve ağda gibi aşk ta, yanında durursan, illaki bir yerine yapışır. Ayrılırken acı vermesi de kaçınılmazdır. Defalarca tekrarlanan yanlış ayrılıklar, kızarıklıklar bırakır eski yerlerinde. Ama gözlerde, ama dudaklarda... Kontrol edemediğin yaşlar dökülür gözlerinden, burnunun akıntısına eşlik etmeye.

Bittiğinde, teninde duyduğun sıcaklığı özlersin. Sanki bir örtüymüş gibi seni saran kucak, o eğreti ılımanlığın yokluğuna alışamazsın. Geri kalan temizlik, gözlerinle görüp inanamadığın rahatlık, tatmin edici olsa da; o örtü oradan hiç kalkmasın, o kucak hiç açılmasın istersin.

Seni ve tenini ve düşüncelerini ve hislerini öyle dımdızlak bırakan, artık ağda mı dersin aşk mı, kararsızdır da. Bir anda onlarca acılarla sökülüp gittiğinde, en fazla bir ay sonra tekrar geleceğini bilirsin ve ondan bir ay sonra ve ondan sonra ve sonra ve…

Sonu yoktur. Gözeneklerin ölüp, yeniliklere dur diyene kadar.

11.2.10

Überich

Beklentilerimi her defasında farklı bir yatağa atıyordum. Telefonumun çatlak ekranında, her yarım saatte bir beklediğim ibarelerin belirmemesi, beni onun koordinatlarını değiştirmeye itiyordu. İstekleri karşılamaktan yoksun bir telefon, gözümde dar alana sıkıştırılmış bir takım elektronik bağlantıdan başka bir şey değildi. Yine de onu tamamen hayatımdan çıkaramıyordum. Garantici yapım ayrılmamıza izin vermiyordu.

Günleri bir deryabaykal duraksızlığı ve hülyaavşar doyumsuzluğu arasında geçiriyordum. İyelik sınırlarını görünmez hale getirmiş bir alışveriş manyağı gibiydim. Patlama anına üç gün kala kıskançlığını biyolojik sebeplere iliştirerek ilişkileri yürütmekteydim. Böylesine kapitalizm fışkıran bir şeyi bu kadar önemsemem acıydı tabi ama dişi oluşum kadar da gerçek.

Her televizyon başına oturduğumda egomun kaşıntısına engel olamayıp rihanna dinliyordum. Bir yerde kesinlikle çıkıyordu karşıma ekstra popüler haspa. Hemen ardından victorianın tüm sırlarını heidiklum üzerinde öğrenişim, egomun kaşıntısını yaralanmalarla sonuçlandırıyordu. Egomla küfürleşip onu süper ego olmakla suçluyordum. Bunun genelde çocuklarda olduğunu bilmediği zamanlar, bu söylediğimden memnun kalırdı. Artık süper ego suçlamasına, beni daha büyük, daha tehlikeli kaşıntılara sürükleyerek karşılık veriyordu.

Ardarda dizilmiş, henüz bir anlam taşımayan ilmeklerimi alıp egomu televizyonun üzerindeki danteli silkelemekle görevlendirdim. İçimde 'huzurla ölebilirim artık' hissiyle deryabaykalı, zigon sehpalar üzerinde bir iki bardak çayla ağırladım. Egom bana ters ters baktı tatlı çıkarmadığım için. Herkesin içinde ona 'süper' diyemezdim. Ona da bir çay koydum.

Beklentilerimi yeni bir yatağa atmanın zamanı gelmişti. Yine ibaresiz bir elektronik bağlantı birikimiydi karşılaştığım.

8.2.10

Madame Density's Social Message For All

İnsanlar artık hayal ederek mastürbasyon yapamıyorlar. Gözlerini kapatıp başka alemlere dalamıyorlar. Dalabilecekleri tek ‘alem’ sonradan yaratılmış konulu alemler. İnsanlar yaratamıyorlar.

Fantezilerinde çıkardıkları her sütyen, göğüslere dokunacakları anda sahnede yeniden yerini alıyor. İnsanlar, milyonlarca kez sütyen çıkarıyorlar. Takılmış filmler gibi saniye saniye tekrarlıyorlar hayallerini bütün gece- internete bağlı bir bilgisayarları yoksa. Olanlar, onlar için yaratılmış hayalleri takılmadan seyrederek, ileride yatakta farklılıklar için onlardan istenecek, kendi filmlerini çizdiriyorlar.

Porno endüstrisi hayal güçlerini kemiriyor.

Ve onlar, bundan zevk alıyorlar.

Bağırarak.

Mandallı İdealist 6

Kendininkinden çok daha rahat bir yatakta uyandı. Saat dört ya da beş civarıydı, akşamüzeri. Günün en nefret ettiği, ölüm kokan saatlerinde, irin kokan acil servis sedyelerinden birinin üzerindeydi. Ellerini kırarcasına sıkan sevgilisi, katiline yalvaran kurban gibi bakıyordu gözlerinin içine. Biraz umut biraz korku karışımı bir şey işte o bakış. Avucunda hissettiği sıcak ve terli eli, karşılık olarak sıktı o da. Bakmak istemiyordu. İçerisinde herhangi bir ‘his’ bulunduran bir bakış atmak istemiyordu ona. Sevgilim dediği adama karşı içinde birkaç aydır nedenini bilmediği bir nefret biriktirmişti. Birikmiş korkunun, çürüyünce dönüştüğü duygu da olabilirdi bu ‘nefret’ denilen. Aylarca tutsağı olduğu katilin ellerine önce korkuyla, sonra öfkeyle bakan kurbandaki gibi…

Saçı başı dağılmış olan doktor, aceleyle içeri girdi. Acil durum ‘acelesinden’ ziyade bir baştan savma acelesiydi bu. Acemice bir acelecilikti doktorun gösterdiği ki girdiği kapının, arkasındaki sedyeye çarpmasına engel olamadı. Sedyede yatan hastasına attığı aceleci bir özür bakışının ardından, hastanın gözlerine tutacağı feneri çıkardı. Bir iki muayene yapıp klişe sonucu uygulayarak, taburcu onayını verdi hemen.

Bilinci yerinde ve sağlıklı bir birey olarak, kapıdan ayakta çıktı. Sevgilisi, hala elini tutuyordu. Gözlerine yine bakamadı. Ona karşı barındırdığı nefret duygusundan utanıyordu. Utancından yüzünü yerden kaldıramadı yol boyunca. Kaldırımların taşlı olduğunu fark etti. Geçen ay batıp çıktıkları çamurlar bunun için olmalıydı. Sonra yerler, o kadar da pis değillerdi aslında. Yani bu kadar uzun süre bakınca, düzenli ve tekrarlı bir pislik gibi geliyordu insana. Her iki adımda bir parça tükürük vardı örneğin.

Eve varmaları, tramvay yolculuğu artı sekizyüzaltmışbeş adım sürmüştü. Nihayet, sınav sonrası daldığı uykusuna devam edebilirdi. İçinden, “Umarım yanımda yatmak istemez” dedi. Bu ikiyüzlü durumu hiç kaldırabilecek durumda değildi. Odaya girip üstünü değiştirdi. Sevgilisi geldiğinde -neyse ki- çoktan kat kat giyinmişti. Bir şey söylemeden yatağa gitti. Sevgilisinin yanına gelmesini beklerken o, yastığını ve dolaptan bir battaniyeyi alıp, ona küçük bir öpücük verdi. “Yanımda yatmayacak mısın” diye sordu, sanki istiyormuş gibi. “Hayır” dedi sevgilisi, “Tehlikeli olmaya başladı”.

Kapıdan çıkarken, hafifçe arkasını döndü ve “Niye cinsel geleceğimi yok etmeye kalkıştın” dedi. Öylece baktı. Tüm rüyalarını bu adama uygulasa, böyle olmazlardı belki. Ama o, gidip en şiddetli rüyasını uygulama olarak seçiyordu hep. Cevap veremedi. “İyi geceler” dedi adam. Bu, cevap veremediği son soru olmayabilirdi ama yine de “Sana da” diyemedi.

Nefret listesini sıfırladığı günü düşündü. Yeni ve sade bir liste oluşturacaktı- çok gerekli olursa. O listeyle, kendini mumyalayıp asabilirdi şimdi oysa.

Sonuçta ağlamak insanı rahatlatamayabiliyordu artık.